Karara Giden Yol Haritası: Algısal Manipülasyon

Berkay Vuran
5 min readNov 7, 2022

--

Günümüzün gözde tartışması: ‘İçerik mi önde gelir, yoksa biçim mi?’. Eminim ki hepimizin bu soruya kendince oldukça haklı gerekçelerle bezeli doyurucu bir yanıtı vardır. Peki kişisel görüşleri bir kenara bırakırsak, akademi bize ne söylüyor? Bu yazı kapsamında sinirbilim perspektifiyle ‘algılama süreci nasıl gerçekleşir?’ ile ‘değerlendiriciler nelere dikkat ederler?’ sorularına yanıt bulmaya çalışacağım.

Duyum

‘Algı’ kavramının kadim bir eşlikçisi vardır: ‘duyum’, dolayısıyla öncelikle ‘duyum’u anmadan geçmek olmaz. Psikofizyoloji alanyazınında organizmaların çeşitli uyaranlarla uyarıldığı, bu sürecin ise duyum ile gerçekleştiği kabul edilir. Bu proses organizma & çevre etkileşimiyle ve bilinen beş duyu organı aracılığıyla görme, işitme, koklama, tatma ve dokunma şeklinde olabilirken; içsel uyaranlar aracılığıyla da gerçekleşebilir.

Duyumun oluşması için gerekli bazı şartlar vardır:

  • İçsel veya dışsal bir uyaran varlığı,
  • (Dışsal uyaranlar için) Duyu organlarının olması gerektiği gibi çalışması,
  • Uyarıcı şiddetinin duyum eşiği sınırlarında olması (Özellikle üçüncü maddeye bir parantez açıyorum, bu madde bize şunu söylüyor: Ortamda yeterince şiddetli bir uyarıcı bulunmuyorsa, organizma o uyarıcıyı duyumsamıyor.)

Ortamda gerekli şartları sağlayan ve yeterince şiddetli bir uyaran konuşlandı, organizmanın duyu organları uygun şekilde çalıştı; sonuç olarak bilgi seti duyu organları aracılığıyla çevresel sinir sistemine ve sonrasında merkezi sinir sistemine ulaştı, yani duyum gerçekleşti. Bu aşamadan sonraki süreç, yani nöral çözümleme, ‘algı’ olarak isimlendirilmektedir.

Algı

“Gerçek olan nedir? Gerçeği nasıl tanımlarsın? Eğer hissedebildiklerinden, kokusunu alabildiklerinden, tadıp görebildiklerinden bahsediyorsan onlar, beynin tarafından yorumlanan elektriksel sinyallerdir.” Morpheus.

Algılamaya dair felsefi tartışmaların milattan önce 500'ler dönemine dayandığı kabul edilmektedir. Heraklitos’un, Demokritus’un, Rendekar’ın, Rendekar’dan beslenen ampirizm takipçileri Hobbes, Locke, Berkeley ve Hume’un zihin & beden ilişkisine dair tartışmalar yaptığı bilinmektedir. Modern bilişsel psikoloji monist bir bakış açısıyla zihin & beden ‘bir’liğini kabul etmekte ve algılamanın ‘nörokimyasal aktiviteler’den ibaret olduğu varsayımıyla ilerlemektedir. Metnin devamındaki çıkarımlarda da bu varsayımla hareket edilmiştir.

Algılama üzerine gerçekleştirilen akademik çalışmaların deneysel psikoloji, psikofizyoloji, bilişsel psikoloji ve sinirbilim alanyazınında oldukça büyük bir hacme sahip olduğu bilinmektedir. Bu ilginin sebebi belki de algılama fenomeninin mutlak belirsizliğinin cazibesidir. Modern anlamda ilk algılama çalışmalar Ernst Weber’in iki nokta dokunma eşiği (two-point touch threshold), ancak fark edilebilir fark (just noticeable difference (JND)) ve fark eşiği (difference threshold) tanımlamalarıyla başlamıştır. 19. yüzyıl ortalarında Gustav Theodor Fechner’in yaptığı çalışmalarla ortaya çıkan Fechner Yasası (Fechner’s Law) ise algılamanın (dolayısıyla zihnin) yordanabilmesi açısından bir mihenk taşı kabul edilmektedir. Her ne kadar öngörülebilse de, algı mutlak değildir ve tepki yanlılıkları (response biases) ve gürültüden (noise) etkilenecektir.

Algılama sürecini etkileyen değişkenlerin tespit edilmesi hususunda farklı yaklaşımlar bulunsa da, özellikle bilişsel bilim cephesinde yaygın kabul edilen yaklaşım diğer tüm belirleme sistemleriyle ilişkili olan sinyal belirleme kuramı (signal detection theory) olarak öne çıkmaktadır. Kuram der ki; algılama süreci algısal duyarlıka (perceptual sensitivity) bağlı olarak, gürültünün ve yanlılıkların da varlığıyla dört sonuca varacaktır: Hedef olanı vurma (hit), hedef olanı vurmama (miss), hedef olmayanı vurma (false alarm), hedef olmayanı vurmama (correct rejection).

Siz de günlük hayatta verdiğiniz tüm kararları son tahlilde bu sınıflandırmaya kolaylıkla oturtabilirsiniz. Örneğin: İş değişikliği. Yapılması gerekirken yapıldıysa hit, yapılması gerekirken yapılmazsa miss, yapılmaması gerekirken yapılmışsa false alarm, yapılmaması gerekirken yapılmamışsa correct rejection olarak sınıflandırılabilir.

Aşağıdaki görselleştirmeden görüleceği üzere, organizmanın duyarlılığı arttıkça hit ihtimali ve false alarm riski artarken, duyarlılık azaldıkça correct rejection ihtimali ve miss ihtimali artmaktadır. Miss vs. False alarm’ın sonuçları ve önemi üzerine çokça tartışma dönmekle beraber, her ikisinin de birbirinden riskli olduğu alanlar bulunmaktadır. Yüksek duyarlılıkta duyum eşiği düşük ve vice versa olduğu için, uyaran üzerindeki manipülasyonlarla duyumsama sürecine müdahale etmek mümkündür.

Günümüzdeki işe alım uzmanlarının duyarlılığı görece düşük meslek profesyonelleri olduğunu düşünüyorum. Bu durumdan dolayı çokça miss yapma ihtimalleri bulunduğunu öngörüyorum. Yukarda aktardığım üzere, bu durumdan kaçınmanın yolu ‘uyaran şiddetini’ artırmaktan geçiyor.

Algılama yanlılıklarından bahsederken Gestalt’a ve diğer ilişkili psikoloji kuramlarına atıfta bulunmamak olmaz, fakat en nihayetinde bu tamamen kişisel bir yazı ve temel gayem anlaşılır olması. Bu sebepten dolayı duyum ve algının işimize yarayacak kadarını kendi fikirlerimle hızlıca özetlemek istiyorum:

  • İnsanın zihinsel ve nörokimyasal aktiviteleri bir bütündür. Nörokimyasal uyarım, zihinsel algılama ve nihayetinde ‘davranış’a dönüşür.
  • Algılama süreci öngörülebilir ve tepki yanlılıkları ile gürültüden etkilenir.
  • Aynı şiddette uyaran için yüksek hassasiyette organizma daha çok hit ve false alarm kararı verirken, düşük hassasiyette organizma daha çok correct rejection ve false alarm kararı verir.

Değerlendiricinin Algısı

Yukarıdaki aktarımda vurgulamaya çalıştığım şuydu: Uyaranın şiddeti belli bir düzeyin üstünde değilse hiçbir şekilde duyumsanmaz, o eşiği geçmiş olmasına rağmen bazen ıskalanır. Bu bölümde ise ıskalanmamak için yapılması gerektiğini düşündüklerimi paylaşacağım.

Benim bakış açım şudur: Bizim profesyonel yönümüz bir ürün, biz de bu ürünün hem mimarı, hem geliştiricisi, hem tasarımcısı hem de pazarlamacısıyız. Amacımız ürünümüzü büyütmek ve son tahlilde exit.

Uyaran özelliklerini en kaba tanımıyla iki sınıf altında listelemek mümkündür: Yapısal özellikler ve içerik özellikleri. Mutlaka dikkatinizi çekmiştir, yazının başından beri vurgulamak istediğim hemen her şey yapısal özellikler ile örtüşmektedir. Kullanıcı deneyimi (user experience), pazarlama (marketing) gibi alanlarda çalışan meslek profesyonelleri duyum ve algı alanyazınından beslenerek renk kullanımı, şekil & zemin ilişkisi, buton konumlandırmaları, hedef kitleye yönelik içerik başlıkları gibi pek çok teknikten faydalanmaktadır.

Peki biz bir ürün olarak, growth’un en büyük parçası olan özgeçmiş hazırlamak ve sunmak noktasında duyum ve algı literatüründen nasıl beslenebiliriz? Buradaki algısal huniyi yapıdan içeriğe giderek sunmaya çalışacağım.

  • Kesinlikle -ama kesinlikle- x.com gibi bir siteden dışa aktardığınız hazır formatı kullanmayın.
  • Özgeçmişinizi inceleyecek kişilerin günlük alışkanlıklarıyla uyumlu bir format belirleyin. Ben teknoloji sektöründe rol alan bir profesyonel olarak teknik ekibin dark mode tercihinden dolayı koyu arka plan seçtim, çıktı alınma ihtiyacına istinaden beyaz arka plandan oluşan bir alternatifi de dokümana ekledim.
  • Özgeçmişiniz kayıtlı bir dokümansa, isminde standart bir format kullanın. Benim aşina olduğum format ‘isim-soyisim-resume (ya da ozgecmis)’ şeklindedir.
  • Özgeçmişiniz kayıtlı bir dokümansa, platform bağımsız bir formatta kaydedin. Benim tercihim .pdf’tir.
  • Özgeçmişinizi soldan sağa (okuma yönüne göre tam tersi olabilir) ve yukarıdan aşağıya olacak şekilde önem ve kronolojiye göre sıralayın.
  • Yapacağınız iş için mutlak surette gerekli değilse, özgeçmişinizde fotoğraf paylaşmayın.
  • Önemli içerikleri vurgulayın. Bunu renkle, puntoyla, koyulukla, italiklikle ya da altı çizililikle yapabilirsiniz. Önemli olan kendi içerisinde tutarlı olması. Bir özelliği kırmızı renkle vurguladıysanız, kırmızı rengi sadece benzer tipte özellikler için kullanın.
  • Asgari içerikleri (bare minimum) karşıladığınıza emin olun ve fazla bilgi vermekten kaçının. Benim bakış açıma göre bir özgeçmişin asgari içeriği ad-soyad, unvan, özet, iletişim bilgileri, deneyim ve eğitim; fazla bilgisi ise medenî durum, doğum tarihi, doğum yeri ve hobiler.
  • Benimkiler de dahil olmak üzere, genelgeçer olduğunu iddia eden tüm önerilerden kaçının. Nasıl ki ürün yönetiminde her ne kadar kitlesel ilkeler bulunsa da, önemli olan terzi dikimi çözümlerse; benzer bir yaklaşım bu süreç için de geçerli.

Benimle bu konularda sohbet etmek, özgeçmişiniz üzerinden yapısöküm yapmak isterseniz Superpeer üzerinden randevulaşabiliriz.

dipçe: Aktarımda yer alan yorumlar şahsi kanaatlerimdir, bahsi geçen kişi & kurum & kuruluşlarla manevî veya itibarî bir ilişkisi yoktur.

--

--